Yahudilik ve Hristiyanlık’ta Dünyanın Yaratılışı
Yahudilik ve Hristiyanlık’ta Dünyanın Yaratılışı Nasıl Olmuştur?
Yahudilik ve Hristiyanlık’ta Dünyanın Yaratılışı
Eski Ahit (Tevrat ve Zebur) Yahudiliğin Kutsal Kitabı olarak kabul edilirken; Hristiyanlar, Eski Ahit ile birlikte Yeni Ahit yani İncil’i de Kutsal kitapları olarak kabul ederler. İncil’de dünyanın yaratılışı ile ilgili bilgi verilmezken, Tevrat’ta bu bilgi iki farklı anlatımla sunulmaktadır. Bu anlatımlardan önce, her ne kadar Eski Ahit en eski kutsal kitap olarak kabul edilse de Eski Ahit’in bugünkü halini alması MS 9. yy’lı bulmuştur. Yahudi ve Hristiyanlar her ne kadar bizim kutsal kitabımız bozulmamış, ilk günkü gibi dese de tarihi kanıtlar bunun koca bir yalan olduğunu söylemektedir.
Aşağıda, önceleri Hristiyan olup sonradan İslamı benimsemiş Fransız yazar Prof. Dr. Maurice Bucaille’nin “Tevrat, İnciller, Kuran-ı Kerim ve Bilim” adlı kitabından Dünyanın Yaratılışıyla ilgili bölüm alıntı olarak yer almaktadır.
Yahudilik ve Hristiyanlık’ta Dünyanın Yaratılışı
M.P. de Vaux’nun da dikkati çektiği gibi Tekvin, “yan yana konulmuş iki yaratılış rivayeti ile başlar.” Onların bilimsel verilerle uygunluk derecesini inceleyebilmek için, her birinin ayrı ayrı ele alınması gereklidir.
Yaratılış Konusundaki Birinci Metin Birinci rivâyet, birinci bölümün tamamı ile ikinci bölümün ilk cümlelerini içine alır. O, bilimsel açıdan, bir yanlışlıklar anıtıdır. Bunu, fıkra fıkra eleştirmek gerekir. Burada vereceğimiz tercüme, Kudüs Kitab-ı Mukaddes Okulu’nunkinden alınmıştır.
1. Bölüm, 1. ve 2. cümleler:
“Tanrı ilkin göğü ve yeri yarattı. Yer bulanık ve boş idi, karanlık dipsizliği örtüyordu. Tanrı’nın ruhu, sular üzerinde dolaşıyordu.”
Sonradan, şimdi bildiğimiz dünyayı teşkil edecek olan unsurun karanlıklara gömülü olduğu kabul edilebilir, fakat bu dönemde suların varlığını zikretmek, sırf mecazdan ibarettir. Bu cümle muhtemelen bir efsanenin ifadesidir. Bu kitabın üçüncü bölümünde görülecektir ki, kâinatın teşekkülünün başlangıç safhasında, bir gaz kitlesinin varlığını düşünmek mümkündür; buraya “su”yu koymak hatadır.
3-5. cümleler:
“Ve Tanrı dedi: ‘Işık olsun’ ve Işık oldu. Tanrı ışığın güzel olduğunu gördü, aydınlığı karanlıklardan ayırdı. Tanrı aydınlığa gündüz, karanlıklara ise gece adını verdi. Bir akşam ve bir sabah oldu: Birinci gün.
Kâinatı baştanbaşa dolaşan aydınlık, yıldızlar düzeyinde olan karmaşık oluşumların sonucudur ki bu kitabın üçüncü bölümünde bu konu ele alınacaktır. Oysa yaratılışın bu aşamasında, Kitab-ı Mukaddes’e göre, yıldızlar henüz meydana getirilmemişlerdir; zira gök kubbesinin “ışıklı yıldızları”nın, Tekvin’in 14. cümlesinde “… gündüzü, geceden ayırmak için”, “… yeryüzünü aydınlatmak için” dördüncü gün yaratıldıkları belirtilir ki bu kesinlikle doğrudur. Fakat hâsıl olan sonucu (ışık) birinci gün zikredip, bu ışığın meydana gelmesine vasıta olanı (ışıklı yıldızlar) ondan üç gün sonra zikretmek mantığa uymamaktadır. Üstelik birinci güne akşamın ve sabahın varlını yerleştirmek sırf semboliktir: Günün unsurları olarak akşam ve sabah, ancak yerin ve onun kendi yıldızı olan güneşin ışığı altında dönmesinin varlığından sonra kabul edilebilir.
6-8. cümleler:
“Tanrı dedi: ‘Suların ortasında bir kubbe olsun ve suları, sulardan ayırsın.’ Ve böyle olur. Tanrı gök kubbesinin altında kalan suları, üstünde kalan sulardan ayıran gök kubbesini yaptı ve kubbeyi ‘gök’ diye adlandırdı. Bir akşam ve bir sabah oldu: İkinci gün.
‘Sular efsanesi burada da, suların, gök kubbesi vasıtasıyla iki tabakaya ayrılması ile devam ediyor. Tufan hikâyesinde gök kubbesinin, üstteki suların, yeryüzü üzerine boşanmasına müsaade edeceği bildirilecektir. Suların bu şekilde iki ayrı kitleye bölünmesi tasviri, bilimsel yönden kabul edilemez.
9-13. cümleler:
“Tanrı dedi: ‘Göğün altındaki sular bir tek kitle halinde yığılsın ve kara halinde ortaya çıksın’ ve böyle oldu. Tanrı karaya ‘yer’ ve sular kitlesine ‘deniz’ dedi ve Tanrı bunun güzel olduğunu gördü.” “Tanrı dedi: ‘Yer, yeşilliklerle yeşillensin; otlar türlerine göre tohum taşısın, ağaçlar türlerine göre tohumlarını ihtiva eden meyveler versin’ Ve Tanrı bunun güzel olduğunu gördü. Bir akşam ve bir sabah oldu: Üçüncü gün.”
Yer su ile örtülü iken, yerin tarihinin herhangi bir safhasın. da kara parçalarının su yüzüne çıkmaları, bilimsel yönden pek âlâ kabul edilebilir. Fakat henüz güneş yaratılmadan (Tekvin, bunun dördüncü günde olacağını bildirir) ve gecelerle gündüzlerin ard arda gelmesi başlamadan önce, tohumlarla çoğalan iyice düzenlenmiş bir bitki örtüsünün bulunması hiçbir surette savunulamaz.
14-19. cümleler:
“Tanrı dedi: ‘Gök kubbesinde, gündüzle geceyi ayırmak için ışıklı yıldızlar olsun; bayramlar için olduğu gibi senelerin günleri için de işaret olmaya yarasınlar; yeri aydınlatmak için gök kubbesinde ışıklı yıldızlar olsunlar.’ Ve böyle oldu. Tanrı iki büyük ışıklı yıldız yarattı: Gündüzün gücü olarak büyük yıldızı, gecenin gücü olarak küçük yıldızı ve öbür yıldızları. Tanrı, yeryüzünü aydınlatmak için, gündüzü ve geceyi yönetmek ve aydınlıkla karanlıkları ayırmak için, onları gök kubbesine yerleştirdi ve Tanrı bunun güzel olduğunu gördü. Bir akşam ve bir sabah oldu: Dördüncü gün.”
Burada, Kitab-ı Mukaddes yazarının tavsifi kabul edilebilir. Bu parçaya yöneltilebilecek tek tenkit, hikâyenin bütünü içinde işgal ettiği yerdir. Yer ile ay, bilindiği gibi, başlangıçta güneşten çıkmışlardır. Güneşin ve ay’ın yaratılışını, yer’den sonraya koymak, Güneş Sisteminin unsurlarının teşekkülü konusundaki, sağlam bir biçimde ispatlanmış bilgilere tamamen zıttır.
20-23. cümleler:
“Ve Tanrı dedi: ‘Sular, canlı mahlûkların sürüleriyle kaynaşsın, ve yerin üstünde, gökler kubbesinin yüzünde kuşlar uçsunlar’, ve Tanrı büyük deniz canavarlarını, ve suların kendileriyle kaynaştığı, cinslerine göre hareket eden her canlı mahlûku ve cinsine göre her kanatlı kuşu yarattı; ve Tanrı iyi olduğunu gördü. Ve Tanrı: ‘Semereli olun ve çoğalın ve denizlerde suları doldurun, ve karada kuşlar çoğalsın’ diyerek anları mübarek kıldı. Ve akşam oldu ve sabah oldu: Beşinci gün.’
Bu parça, kabul edilemeyecek iddialar ihtiva etmektedir. Tekvin’in dediğine göre hayvanların ilk zuhuru, önce deniz hayvanları ve kuşlarla oluyor. Kitab-ı Mukaddes’in ifadesine göre -müteakip cümlelerde görüleceği üzere- ertesi gün yeryüzü, hayvanlarla şenlenmiş olacaktır. Muhakkak ki hayatın kaynağı sudur: Bu konu kitabımızın üçüncü bölümünde görülecektir. Denizden başlayarak, yer -denilebilirse- hayvanlar âlemince istila edilmiştir. İkinci dönemde yerin yüzeyinde yaşayan ve pseudo-suchiens adı verilen sürüngenlere benzeyen bir türden, kuşların meydana geldiği düşünülmektedir. Her iki sınıfta bulunan müteaddit ortak biyolojik özellikler, bu istidlâle imkân vermektedir.” Durum böyle olduğu halde yer hayvanları, Tekvin babında, ancak altıncı günde, yani kuşların ortaya çıkışından sonra zikredilmektedir. Şu halde yer hayvanlarıyla kuşların ortaya çıkışı hususundaki sıralama kabule şayan olamaz.
24-31. cümleler:
“Ve Tanrı dedi: ‘Yer, cinslerine göre canlı mahlûkları, sığırları ve sürünen şeyleri, ve cinslerine göre yerin hayvanlarını çıkarsın’ ve böyle oldu. Ve Tanrı yerin hayvanlarını cinslerine göre, sığırları cinslerine göre ve toprakta sürünen şeyi cinsine göre yaptı: Ve Tanrı iyi olduğunu gördü. Ve her Tanrı dedi: ‘Suretimizde, benzeyişimize göre insan yapalım ve denizin balıklarına ve göklerin kuşlarına ve sığırlara ve bütün Yeryüzüne ve yerde sürünen her şeye hâkim olsun.’ Ve Tanrı insanı kendi suretinde yarattı, onları erkek ve dişi olarak yarattı. Ve Tanrı onları mübarek kıldı; ve Tanrı onlara dedi.
‘Semereli olun ve çoğalın ve yer yüzünü doldurun ve onu tâbi kılın; ve denizin balıklarına ve göklerin kuşlarına ve yer üzerinde hareket eden her canlı şeye hâkim olun’. Ve Tanrı de di: ‘İşte bütün yeryüzü üzerinde olup tohum veren her sebzeyi ve kendisinde ağaç meyvesi olup tohum veren her ağacı size verdim; size yiyecek olacaktır; ve yerin her hayvanına ve göklerin her kuşuna ve kendisinde hayat nefesi olup yeryüzünde sürünen her şeye, bütün yeşil otu yiyecek olarak verdim’ ve böyle oldu. Ve Tanrı yaptığı her şeyi gördü ve ‘işte, çok iyi’ dedi. Ve akşam oldu ve sabah oldu: Altıncı gün.
Böylece yaratılışın kemale ermesi tasvir ediliyor. Burada müellif, daha önce zikretmediği bütün canlı yaratıkları sıralamakta, insanların ve hayvanların istifadelerine sunulan çeşitli rızıkları anlatmaktadır. Hata, demin görüldüğü gibi, yer hayvanlarının yaratılışını kuşlarınkinden sonraya koymaktadır. Fakat insanın yeryüzünde zuhuru, doğru olarak, öteki canlı türlerinin ortaya çıkışından sonraya bırakılmıştır. Yaratılış hikâyesi, 2. bölümün ilk dört cümlesiyle tamamlanmıştır.
“Böylece gökler ve yer ve onların bütün orduları (aynen) itmam olundu. Ve Tanrı yaptığı işi yedinci günde bitirdi; ve yaptığı bütün işten, yedinci günde istirahat etti. Ve Tanrı yedinci günü mübarek kıldı, ve onu takdis etti; çünkü Tanrı, yaratıp yaptığı bütün işten o günde çalışmasına ara verdi. Rabb Tanrı yeri ve gökleri yaptığı günde, yaratıldıkları zaman, göklerin ve yerin asılları bunlardır.”
Bu yedinci gün hikâyesi bazı açıklamalara yol açmaktadır. Metin, Kudüs Kitab-ı Mukaddes Okulu’nun tercümesinden alınmıştır. “Ordular” burada, büyük ihtimalle yaratılmış varlıklara delâlet etmektedir: “O çalışmasına ara verdi” deyimi, Kudüs Kitab-ı Mukaddes Okulu Müdürü’nün İbranca “şabbat” kelimesini çevirmesinden ileri gelmiştir. “Şabbat” kelimesi tam tamına “o istirahat etti” demektir ki, Yahudilerin istirahat günü olup Fransızca’da “sabbat” şeklinde yazılan kelime bundan gelmektedir.
İyice aşikârdır ki, Tanrı’nın gerçekleştirmiş olduğu altı günlük bir çalışmadan sonra yaptığı söylenen bu istirahat bir efsanedir, fakat onun bir izahı yapılabilir. Unutmamak gerekir ki, burada üzerinde durulan yaratılış rivâyeti Din Adamlarının Metni denilen ve peygamber Hezekiel (Ezechiel)’in manevî varisleri olan din adamları ve katipler tarafından İ.Ö. 6. yüzyılda Babil’de yazılmıştır. Bilindiği üzere, bu din adamları, Tekvin’in Yahvist ve Elohist rivayetlerini yeniden ele alarak, kendi saplantılarına göre, istedikleri gibi değiştirmişlerdir.
M.P. de Vaux bu rivâyetin başlıca ayırıcı özelliğinin “kanuncu, şekilci” olduğunu yazmaktadır. Bunun hakkında özet bilgi, yukarıda verilmişti.
Din Adamları Metni’nden birkaç asır önce olan Yahvist metin, haftalık çalışmasından yorgun düşen Tanrı’nın dinlendiğine dair hiçbir kayıt taşımadığı halde, din adamları bu hususu metinlerine dâhil etmişlerdir. Bu rivâyet, yaratılış hikâyesini, haftanın günlerine tam uygun olarak, günlere bölmekte ve haftalık istirahata yönelmektedir. Böylece ilkin bizzat Tanrı’nın bunu uyguladığını belirtmek suretiyle, haftalık tatil hükmünü dindaşlarının nazarında haklı göstermeyi amaçlamaktadır. Pratik hayattaki bu ihtiyaçtan hareket ederek, yaratılış hikâyesi zâhiren dini mantığa uygun düşmekle beraber, bilimsel verilerin “uydurma” olarak niteleyebileceği bir duruma sokulmuş olmaktadır.
Dini bir hükmün düzeltilmesini teşvik için, din adamlarınca, yaratılışın, haftanın günlerine bölünmesinin, bilimsel açıdan tutunabilecek yönü yoktur. Kur’ân’ın yaratılışa dair verdiği bilgilerin incelenmesi sırasında, kitabın üçüncü bölümünde ele alınacağı üzere, günümüzde pekiyi biliyoruz ki, kâinatın ve yer küresinin oluşturulmasının gerçekleşmesi, son derecede uzun zaman devirlerine yayılmaktadır ki çağdaş bilgiler, bu sürenin yaklaşık olarak bile belirlenmesine imkân vermemektedir. Hikâye 6. günün akşamında tamamlanıp Tanrı’nın güya istirahat edeceği 7. “Sabbat” gününü zikretmeseydi bile; Kur’an’ın anlatımında olduğu gibi, günden, -yirmi dört saatlik bir zaman dilimi değil de- belirlenmemiş devirlerin kast olunduğunu anlamak mümkün olsa bile, yine de Din Adamlarının Metni kabule şayan olamaz. Çünkü safhalarının ard arda gelişindeki durum; bilimin en basit bilgileriyle kesin bir çelişki içindedir. Böylece din adamlarının rivayetine göre yaratılış, gerçeği bildirmekten başka bir gaye taşıyan, ustalıklı bir hayal ürünü olarak görünmektedir.
İkinci Metin
Tekvin’de yer alan ve ara verilmeksizin, keza açıklama yapılmaksızın birinci hikâyenin peşinden gelen ikinci yaratılış hikâyesi, aynı tenkitlere yol açmaz.
Hatırlatalım ki bu metin, daha eski bir tarihe, yaklaşık üç asır öncesine aittir. O, çok kısadır. Hikâye, özet halinde bildirdiği yer ve göğün yaratılışından ziyade, insanın ve yeryüzündeki cennetin yaratılışı üzerinde durmaktadır: “Rab Yahve, yeri ve gökleri yaptığı zaman, henüz yerde hiçbir kır fidanı yoktu ve hiçbir kır otu henüz bitmemişti; çünkü Rab Yahve yerin üzerine yağmur yağdırmamıştı ve toprağı işlemek için adam yoktu. Ve yerden buğu yükseldi ve bütün toprağın yüzünü suladı. Ve Rab Yahve yerin toprağından adamı yaptı ve onun burnuna hayat nefesini üfledi ve adam, yaşayan can oldu.” (Tekvin,2/4b-7).
Bugün elimizde Tevrat metinlerinde bulunan Yahvist metin böyledir. Sonraları Din Adamları Metni’nin kendisine ilave edildiği bu rivâyet, başlangıçta da bu kadar kısa mıydı? Yahvist metnin geçen zaman zarfında budanmış olup olmadığını hiç kimse söyleyemez. Keza şimdi sahip olduğumuz birkaç satırlık metnin, yaratılış hakkındaki en eski Tevrat metni olduğunu da hiç kimse ileri süremez.
Bu Yahvist rivâyet ne yerin ne de göğün oluşturulmasından bahsetmez. O, şunu îmâ etmektedir ki, Allah insanı yarattığı zaman suların yerden çıkıp yeryüzünü kaplamış olmalarına rağmen, bitki örtüsü bulunmamaktaydı (henüz yağmur yağmamıştı). Parçanın devamı da bunu doğrulamaktadır:
Tanrı, insanı yarattığı sırada, bir bahçeyi yetiştirmeye başlamaktadır. Böylece, bitki örtüsü, tam insanın yeryüzünde göründüğü sırada ortaya çıkmış oluyor ki, bu da bilimsel yönden doğru değildir. (Bilime göre) iki durum arasında, kaç yüz milyon yıl geçtiği söylenememesine rağmen, insanın yeryüzünde görünüşünden çok önceleri, yer bitki örtüsüyle kaplıydı.
Yahvist metine yöneltilebilecek tek tenkit şudur: Din Adamları Metni’nin aynı haftaya yerleştirdiği kâinatın ve yerin oluşumuna göre, insanın yaratılışını zaman bakımından yerine oturtamamak. Ancak Yahvist metin, kâinatın ve yerin yaratılışını aynı haftaya koymamakla ciddi tenkitten kurtulmaktadır.
Kaynak: Prof. Dr. Maurice Bucaille’nin “Tevrat, İnciller, Kuranı Kerim ve Bilim,” Çeviren: Suat Yıldırım, 2005.