MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Mustafa Kemal Atatürk Kimdir?
Mustafa Kemal Atatürk, 1881 yılında Selanik’te doğdu.
Babasının adı Ali Rıza, annesinin adı Zübeyde Hanımdı.
Önce mahalle mektebine, sonra Şemsi Efendi Okuluna gitti. Daha sonra 1893 senesinde Selanik Askeri Rüştiyesi’ne girdi.
1905’te de kurmay yüzbaşı rütbesiyle mezun oldu.
1907 yılında da İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye oldu.
19 Nisan 1909’da İstanbul’a giren Harekat Ordusunda Kurmay Başkan olarak görev aldı.
Trablusgarb, Balkan, Çanakkale, Kafkasya ve Filistin cephelerinde görev aldı.
19 Mayıs 1919 tarihinde Samsuna çıkmasıyla Kurtuluş savaşını başlattı.
23 Ağustos-13 Eylül 1921 tarihlerinde yapılan Sakarya Meydan Muharebesi ile
26-30 Ağustos 1922’de yapılan Büyük Taarruza komutanlık yapmıştır.
24 Temmuz 1923 tarihinde de Lozan Anlaşması imzalandı.
29 Ekim 1923 tarihinde de Cumhuriyet ilan edildi. İlk Cumhurbaşkanı olarak seçildi.
1 Kasım 1922’de Saltanatı ve 3 Mart 1924’de Halifeliği kaldırdı.
1 Kasım 1928’de Harf inkılabını gerçekleştirdi. Arapça alfabeden, Latin alfabeye geçildi.
Soyadı Kanunu gereğince, 24 Kasım 1934’de TBMM’nce Mustafa Kemal’e, Atatürk soyadı verildi.
15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında, Kurtuluş Savaşı’nı ve Cumhuriyet’in kuruluşunu anlatan Nutuk kitabını okumuştur.
29 Ekim 1933 tarihinde TBMM’de 10. Yıl Nutku’nu okumuştur.
29 Ocak 1923’de Latife Hanımla evlendi. Birçok yurt gezisine birlikte çıktılar. 5 Ağustos 1925 tarihinde Latife Hanımla boşandılar.
Mustafa Kemal Atatürk Afet (İnan), Sabiha (Gökçen), Fikriye, Ülkü, Nebile, Rukiye, Zehra ve Mustafa adlı çocukları manevi evlat edindi. Abdurrahim ve İhsan adlı çocukları ise himayesine aldı.
10 Kasım 1938 yılında Dolmabahçe Sarayında öldü.
Mustafa Kemal Atatürk’ün Sultan Abdülhamit Han hakkındaki görüşleri;
“1937 yılında idi. Yaz aylarından biri. Doğrudan doğruya kendi kontrolümdeki bir gazetede “Makedonya” adlı bir eserim tefrika ediliyordu. Bir akşam üstü Başyaver Celal (Üner) Bey beni telefonla aradı. Dolmabahçe sarayına davet edildim. Saraya gidince de hiç bekletilmeden üst kattaki bir salona çıkarıldım. Bir kapı açıldı kendimi “Büyük Adam” ın karşısında buldum. Saygılarımı bildirince, belli bir iki nezaket cümlesiyle beni okşadı.
Sonra:
“Yazını okuyorum.” Dedi. “Hürriyetin ilan edildiği zaman küçük bir çocuk olman lazım. Fakat kutlarım, o günlerden iyi canlandırıyorsun. Yalnız Abdülhamid’i hiç sevmediğin belli”.
Biraz durdu. Elindeki bir renkli kalemi, önünde açık duran kalın ciltli bir Fransızca kitaba dikine vurarak düşürür gibi yaptı. Ben susuyordum. Bu hal bir iki dakika devam etti. Sonra birden bire şu sözler çıktı ağzından.
“Sevme Abdülhamid’i! Yine de sevme! Fakat sakın anısına hakaret edeyim deme. Senin kuşağın biraz daha ölçülü kararlar vermeye alışmalı. Bak çocuk! Kişisel kanaatimi kısaca söyleyeyim. Tecrübe göstermiştir ki, toprakları üstünde yaşayan insanların çoğunun durumu kuşkulu ve sınırları yalnız düşmanlarla çevrili büyük bir devlette, Abdülhamid’in yöntemi büyük hoşgörüdür. Hele bu yönetim on dokuzuncu yüzyılın son yıllarında uygulanmış olursa.
Bunun üzerine ayrılmama müsaade buyurmuşlardı. Saygılarımı tekrarlayarak huzurundan uzaklaştım.
Kaynak: Nizamettin Nazif TEPEDELENLİOĞLU,Hürriyet Gazetesi,31.07.1958