Habil ile Kabil Kıssası
Habil ile Kabil Kıssası
Habil ile Kabil Kıssası (Öldürülen İlk İnsan)
Adem ile Havva, Allah’ın emrine karşı gelince, onları cennetten kovup yeryüzüne indirdi. Yeryüzünü, yüksek ağaçlar ve otlar ile kaplı, yalçın kayalar ve korkunç uçurumlarla dolu buldular. Her yerde yırtıcı hayvanların, kaplanların, fillerin, sırtlanların ve bütün vahşi kuşların yaşadığını gördüler. Bu vahşi hayvanların, kendilerini yemesinden, parçalamasından korkup, yüksek bir mağaraya sığındılar. Acıktıkları zaman yiyeceklerini, cennette buldukları gibi kolaylıkla yakında bulamadılar. Hazreti Adem ormanların, ağaçların ortasında dolaşıp yiyecek aramak zorunda kalıyordu.
Artık yiyeceği bulmak için çalışıp yorulması, ter dökmesi gerekiyordu. Havva da işinde ona yardım etmeye ve yorgunluğuna ortak olmaya başlamıştı.
Havva hamile kalıp bir oğlan doğurdu. Ona Kabil adını verdiler. Hazreti Adem bu ilk çocuğundan dolayı çok sevindi. Ancak Havva artık ona işinde yardım edemiyordu. Onun başka bir işi vardı. Oda çocuğuna bakmaktı.
Adem tek başına çıkıp, gündüz boyunca yiyecek arıyor, gece olunca mağaraya dönüp oğluyla oynaşıyordu, sevinçli ve mutluydu.
Başka bir yıl, Havva yine hamile kalıp bir oğlan daha doğurdu. Ona da Habil adını verdiler. Hazreti Adem, ailesi için yiyecek bulup getirmeye devam etti. Aradan yıllar geçiyor ve Havva hamile kalıp çocuk doğurmaya devam ediyordu. Her geçen gün sayısı biraz daha çoğalan ailesinin yiyeceğini artırmak için Hz. Adem tek başına çalışıyordu.
Kabil ve Habil büyüdüler. Birer genç oldular. Artık oyun oynamayı bırakıp, kalabalık ailenin yiyeceğini hazırlamak ve onları yırtıcı hayvanlardan korumak için babaları Hazreti Adem’e yardım etmeye başladılar.
Kabil, Habil’den daha büyüktü ama Habil ağabeyinden daha güçlü kuvvetli idi. Yumuşak kalpli ve iyi bir insandı. Hayvanları çok seviyor ve onları okşamaktan zevk alıyordu.
Hazreti Adem, bu iki oğlu arasında iş bölümü yapmak istedi. Kabil tarım işleriyle uğraşacaktı. Çünkü o katı kalpli, hırçın idi. Yerin ise şefkate ve yumuşak kalpliliğe ihtiyacı olmadığı için bu işi ona verdi. Habil de, çok sevdiği koyun ve sığırları güdecekti. Bu iş de ona uygundu.
Güneş doğarken, Hz Adem ve iki oğlu Kabil ile Habil mağaradan çıkıyor, Kabil meyve toplamaya, Habil davarlarını gütmeye gidiyor, onları sevip okşuyordu. Hazreti Adem de bazı kuşları avlayıp yiyecek temin ediyor ve mağaraya su taşıyordu. Havva da bu sularla çocuklarının temizliğini yapıyordu.
Artık akşam olunca, erkekler mağaraya dönüyor, Kabil meyveler getiriyor, Habil sütleri taşıyor ve Hazreti Adem de avladığı bazı kuşlar ile mağaraya geliyordu. Sonra yiyecekler ortaya konuluyor ve bütün aile oturup yiyiyordu.
İki Kardeş Allah’a şükürlerini sunuyor…
Allah, Adem’in ve evladının rızkını artırmıştı. Hazreti Adem, bu nimetleri veren yüce Allah’a nasıl şükredeceklerini Habil ile Kabil’e öğretmek istedi, bir dağın tepesine çıkmalarını ve kazançlarından bir kısmını hayvanların yemesi için oraya bırakmalarını emretti. Bu koydukları şey, Allah için kurban ve malların zekatı olacaktı.
İyi kalpli bir insan olan Habil bu işe çok sevinmişti. Kabil ise somurtmuş duruyordu. “Niçin binbir zorlukla kazandığım malları bir dağın başına atacakmışım…..” diye düşünüyordu. Fakat babasına karşı da gelemedi.
Habil hemen koyunlarının yanına gitti. Koyunlarını araştırdı, en iyi, en besili koyunu seçip onu kesti. Kendilerine bunca yiyecek ve içecekleri rızık olarak veren Allah’a teşekkür için bu işi yaptığından dolayı yüreği sevinçle dolup taşıyordu. Heyecan içindeydi.
Kabil ise asık bir yüzle, meyve ve sebzelerinin en kötülerini, en çürüklerini atırıp getirdi. Yüreği de hediyesi gibi bozuk ve kötü idi. Bu işten hoşlanmamıştı.
Hediyelerin kabul edilip edilmediğini anlamak için ertesi gün, babaları Adem ile dağın tepesine gittiler. Habil hediyesini bulamayınca, Allah’ın onu kabul ettiğini anladı. Kabil ise koyduğu çürük meyve ve sebzeleri olduğu gibi orda buldu. Hediyesi kabul edilmemişti…
Habil sevinip Allah’a şükrediyor, Kabil ise öfkeleniyor, kardeşini kıskanıp kin tutuyordu. Babasına dönüp şöyle dedi:
-Sen Habil’e dua ettiğin için Allah onun hediyesini kabul etti. Bana dua etmedin. Beni sevmiyorsun. Hazreti Adem:
-Oğlum, dedi. Allah, Habil’in hediyesini kabul etti, çünkü o tertemiz bir kalpla malının en iyisini takdim etti. Sen ise kötü bir kalpla malının en kötüsünü sunduğun için Allah hediyeni kabul etmemiştir.
Habil geri döndü, Kabil ise durmuş öfke ile ona bakıyordu. Yüreği kinle çarparak kardeşinin arkasından yürümeğe başladı. Çok üzülüyordu, çünkü Allah, kardeşini kendisinden üstün kılmıştı. Bununla beraber, kötü bir insan olduğu için kendisini suçlu görmüyordu. Bütün kabahati Habil’e yüklüyordu.
Ve lanetli şeytan Kabil’e Habil’i öldürmesini fısıldıyor.
Şeytan gelip Kabil’in kulağına fısıldadı:
-Daha ne duruyordun?.. kardeşini öldür, Habil’i öldür.. diyordu. Kabil başını kaldırıp baktı, Habil yola koyulmuş gidiyordu, peşine düştü. Şeytan da onunla beraber yürüyüp hiç usanmadan devamlı olarak onu kışkırtıyordu:
Kabil koşarak kardeşine yetişti.
-Dur! Seni öldüreceğim diye haykırdı.
Habil şaşırmıştı:
Beni niçin öldüreceksin? Diye sordu.
Kabil öfke ile dişlerini sıkarak cevap verdi:
-Çünkü babam seni benden daha çok seviyor. Allah da senin hediyeni kabul etti. Habil yumuşak bir sesle:
-Beni öldürmen asla bir şey değiştirmez, beni öldürürsen babam o zaman seni hiç sevmez. Allah’ın da sana karşı öfkesi azabı artar, seni hiç affetmez.
Kabil bir türlü ikna olmuyordu. İçini kin ve kıskançlık bürümüştü. Öfke ile gelip kardeşinin boğazını sıktı:
-Seni öldürmezsem rahat edemem. Seni öldüreceğim! Diye haykırdı.
Habil kardeşine cevap verdi:
-Eğer beni öldürsen o zaman, hiç rahata kavuşamayacaksın. Sen beni öldürmek için elini uzatsan bile, ben senden daha güçlü kuvvetli olduğum halde seni öldürmek için elimi uzatmam. Alemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım, dedi.
Sonra Habil yavaş yavaş geri çekilip gitti. Kabil başını yere eğmiş hala kardeşine nefret duyuyor ve:
-Onu öldüreceğim, diyordu.
Kabil üzgün olarak mağaraya döndü, uyumak için uzandı, fakat uyuyamadı, canı sıkılmış bir vaziyette olanları düşünüyordu. Şeytan gelip kulağına şöyle fısıldıyordu:
Habil’den kurtulmak için onu öldür. Habil’i öldür, diyordu. Şeytan her fırsatta bu çirkin teklifini tekrarlıyordu.
Ve Kabil, Habil’i öldürüp ilk Kan Akıtan olarak lanetleniyor.
Sabah olunca mağaradan çıktı. Kararını vermişti. Onu öldürecekti.
Habil koyunlarının yanına gitmiş sevinç içinde onları otlatıyordu. İçi rahattı. Bu sırada Kabil, tarlayı ekmek için çıkıp geldi. Kardeşini öyle sakin ve neşe içinde görünce öfkesi arttı. Yine şeytan gelip:
-Onu öldür de kurtul, diye kulağına fısıldadı.
Kabil çevresine bakındı, büyükçe bir taş gördü. Onu alıp deli gibi, kardeşinin üzerine yürüdü, kaldırıp başına vurdu. Habil yere düşüp öldü. Böylece yeryüzünde ilk cinayet işlenmiş veilk kan toprağa akmış oldu.
Kabil kendine geldi. Kardeşinin kanlar içinde yattığını görünce, pişmanlık duydu. Çok kötü bir iş yaptığını anladı. Habil, öldürülmeyi hakkedecek bir iş yapmadığı halde onu öldürmüştü. Kardeşi iyi idi, daima iyilik yapardı. Kendisi ise kötü idi ve fenalık yapardı. Yine de bunu itiraf etmedi, anlamak istemedi, kardeşini kıskanıp onu öldürdü.
Çok fena bir iş yapmıştı. Ne edecekti şimdi? Onu öldürmekle ne kazanmıştı? Korkmaya, üzülmeye ve pişman olmaya başladı. Huzuru kaçmış, güveni kaybolmuş, perişan bir hale düşmüştü. Sanki rüzgar, ağaçlar, vahşi hayvanlar ve çevresindeki bütün her şey, hep bir ağızdan:
-Sen katilsin! Sen katilsin! Diye bağırıyordu.
Sesler yankılanıyor, Kabil’in kulakları uğulduyordu.
-Katil… Katil…
Kabil korkudan titriyordu, ayaklarında güç kuvvet kalmamıştı, kardeşinin yanına yıkılıp, onu sallayıp:
-Habil! Habil! Kalk, diye sesleniyordu.
Fakat Habil cansız ve sessiz yatıyor, ona cevap vermiyordu. Çoktan ölmüştü. Ne olacaktı? Ne yapacaktı bu cesedi? Düşünüp duruyor, fakat bir çare bulamıyordu. Kardeşini ortalıkta yırtıcı kuşlara ve vahşi hayvanlara mı bırakacaktı? Bu olmazdı.
Kardeşini sırtına yükleyip götürmek aklına geldi. Cesedi sırtına yükleyip yoruluncaya kadar yürüdü. Yorulunca cesedi yere koydu. Baş ucuna oturup üzüntüyle ona bakmaya başladı, ne yapacağını düşünüyordu. Kardeşini öldürdüğü için kendini kınıyor ve “Keşke onu öldürmeseydim.” diye ağlıyordu.
Bir müddet dinlendikten sonra kardeşini yine sırtına aldı. Onunla dolaşıp duruyor, cesedi ne edeceğini bir türlü bilemiyordu. Nihayet yorulup kardeşini yere koydu, yanına oturup dinlemeye başladı. Tekrar kardeşini cesedini sırtına alıp taşımaya ve yorulduğu zaman yere koyup dinlenmeye devam etti.
Kabil, Kardeşi Habil’i gömüyor…
Ansızın bir karga gördü. Yanında ölmüş bir karga daha vardı. Kabil kargayı izlemeye başladı. Hayvan gagası ve pençeleriyle yeri eşeleyip büyükçe bir çukur açtı, sonra ölü kargayı çekip o çukura koydu, toprak ile üstünü örttü.
Kabil bunu görünce kendi kendine:
-Yazıklar olsun bana. Bir karga kadar olamadım, dedi.
Hemen bir çukur kazıp cesedi oraya gömdü. Üzerini toprakla örttükten sonra, artık biraz rahatlamıştı…
Bu sırada Hazreti Adem çocuklarının geç kaldığını görünce onları aramaya çıkmıştı. Kabil, babasının geldiğini görünce korktu, yaptığı bu çirkin işi babasının affetmeyeceğini düşünüp hızla kaçmaya başladı. Hazreti Adem, oğlunun kendisinden kaçtığını görünce, endişeye düştü, çevresine bakınca, Habil’in kanını gördü. Kalbi şiddetle çarpmaya başladı. Kabil’in Habil’i öldürdüğünü anladı. Yerde kan lekeleri vardı. Üzüldü. Gözyaşları yanaklarına döküldü. Kızarak oğlunun peşine düştü:
-Kabil! Kardeşini ne yaptın? Diyerek onun ardından koşmaya başladı.
Sesi öyle çok çıkıyordu ki Kabil bütün dünyanın kendisine haykırdığını sanıyordu.
Kabil, korku ile kaçmaya devam ederek dağın eteğinden indi. Babası hala haykırıyordu:
-Kabil hiçbir zaman rahat yüzü görmeyeceksin! Sen kendine korku kapılarını açtın. Git. Daima korku içinde yaşa, gördüklerinden emin olma.
Babasının bedduasını alan Kabil’e hayat zindan olmuştu, lanetli ve istenmeyen bir insan olarak yaşadı. Ve ilk katil insan olarak insanlığın hafızasında yer edindi.
Kaynak: Seyyid Kutub, Habil ile Kabil Kıssası, Dini Hikayeler
Habil ile Kabil Kıssası, kan akıtılan her yere uyarlanmış ve kan akıtanlar hep lanetlenmiştir.