Bedik ile Yenilmez Dev Masalı
Bedik ile Yenilmez Dev Masalı
Yıllar önce yedi oğlu olan bir kral varmış. Bu kral, çocuklarının her biri büyüyünce, cesaretlerini sergilemeleri için savaşa gönderirdi. Savaştan dönen çocuklarını da evlendirirmiş. Altı çocuğu evlenmiş olan kralın geriye Bedik isimli oğlu kalmış. Sıra ona gelince babası ona şimşek hızında bir atı, sihirli bir kılıç ve bir yay ve ok vererek şöyle demiş:
“Git oğlum, Rabbim bahtını açık etsin”
Bedik, karanlıklar diyarını, ışıklar diyarını, periler diyarını, devler diyarını ziyaret ederek dünyanın dört bir yanını dolanmış. Yolda karşılaştığı kötü insanlarla, hayvanlarla, cinlerle ve her türlü yaratıkla savaşmış ve hepsini yenmiş. Bu savaşlarında tüm askerlerini ve servetini kaybetmiş.
Bir gün mermerden yapılmış, altın ve mücevherlerle süslenmiş, meyve bahçeleri ve çiçek bahçeleriyle çevrili muhteşem bir kaleye denk gelmiş. Kalenin içinde dolaşmış ama kimseyi görememiş. Sonra birileri gelir diye çalıların arasına saklanmış. Akşama doğru her tarafı zırhla kaplı bir Dev gelmiş, ağır çelikten olan yayını ve oklarını sallayarak yürüyormuş. Kalenin yanına geldiğinde;
“Aha! Bir insan kokusu alıyorum. Dağlarda avlanmaya gidiyorum ve işte! Av evime geldi. Merhaba insan, kendini bana göster yoksa seni lokma da yerim,” diye bağırdı.
Bedik, saklandığı yerden Deve bakıyormuş. O şimdiye kadar gördüğü en tuhaf yaratıktı; ne kılıç ne de ok onu delemezdi. Yine de onunla yüzleşmeye karar verdi ve çalıların arkasından çıkarak devin önünde durdu.
“Sen kimsin?” diye sordu Dev. “Kanatlı kuşlar, toprak altındaki yılanlar bu kaleme yaklaşamadı; sen gelmeye nasıl cesaret edebilirsin? Yenilmez Devin ününü duymadın mı?”
Bedik:
“Benim adım seninkinden daha az ünlü değil; Ben Bedik’im; Tüm dünyayı dolaştım ve seni duyunca seninle kılıçlarımızı ölçmeye geldim.”
Dev delikanlıya bir an baktı ve aniden hapşırdı. Burun deliklerinden çıkan hava, delikanlının on metre uzağa fırlamasına neden oldu.
Dev gülerek haykırdı:
“Benimle savaşabilecek durumda değilsin, değil mi? Hayır, buraya tekrar gel; korkma, sana zarar vermem. Sen cesur küçük bir adamsın. Ama görüyorsun, bana zarar veremezsin çünkü ben yenilmezim. Gel yardımcım ol, çünkü yetenekli bir yardımcıya ihtiyacım var ve senden daha iyisini bulabileceğimi sanmıyorum. Kılıcını, yayını ve oklarını getir. Görüyorsun, beni delmek için müsait değiller; avcılık yapmak için onlara ihtiyacımız olabilir.”
Delikanlı devin teklifini kabul etmiş ve bir süre birlikte yaşamışlar. Dev bir gün şöyle demiş:
“Görüyorsun, ölümsüzüm ama gece gündüz kalbimi kemiren bir endişem var. Doğu Kralı’nın bir kızı var ve güneşin altında onunki gibi bir güzellik yok. Onu uzaklara götürmek için yedi sefer yaptım ama şimdiye kadar başarılı olamadım. Eğer onu buraya getirebilirsen sana krallara layık bir ödül vereceğim.”
“Onu senin için getireceğim” demiş Bedik.
“Bana söz veriyor musun?” diye sormuş dev.
“Evet,” diye yanıtlamış delikanlı ve hemen sefere başlamış.
Uzun bir yolculuktan sonra Doğu Kralı’nın şehrine gelmiş, kıyafetlerini değiştirmiş ve Kralın bahçıvanının çırağı olmuş. Kralın kızının pencerede oturduğunu ve iğnesiyle örgü ördüğünü görmüş.
O kadar güzelmiş ki güneşe, “Güneş, parlamana gerek yok, çünkü ben parlıyorum” der gibiymiş. Delikanlı ona aşık olmuş ve Deve söz verdiği saate lanet etmeye başlamış. Bir gün, efendisinin yokluğundan yararlanan delikanlı, mütevazı kıyafetlerini çıkarmış ve prens kıyafetlerini giymiş.
Şimşek hızındaki atına binmiş ve Kralın bahçesine gitmiş. Kız penceresinden bakıyormuş. Prenses Bedik’i görünce ona aşık olmuş. Ertesi gün iki hizmetçisini Bedik’e göndermiş. Bedik, ona kim olduğunu, onun harika güzelliğini nasıl duyduğunu anlatmış.
Şehir, prensesi kaçırmak gelen Yenilmez Dev’in korkusuyla yüksek duvarlarla çevriliydi; ve şehirde prensesi korumakla görevli binlerce asker varmış. Bundan dolayı Bedik’in işi çok zormuş. Bir gün prenses hizmetçileri aracılığıyla ona şu mesajı göndermiş:
“Yarın Navasard şöleni var. Şehrin tüm kızları eğlence için surların dışına çıkıyor, ama benim dışarı çıkmama izin verilmiyor çünkü yarın Yenilmez Dev’in beni ele geçirmek için saldırdığı günün yıl dönümü. Ancak nehir kenarındaki, etrafı yüksek duvarlarla çevrili bahçeye gideceğim; seni orada bekleyeceğim.”
Bu mesajı alan delikanlı ertesi gün asil kıyafetlerini giymiş, sihirli kılıcını kuşanmış ve yayını ve oklarını alarak şimşek atına binmiş. Bir ya da iki kez, atı sanki kanatları varmış gibi dörtnala sürmüş. Bir kırbaç darbesi ile bir kartal gibi duvarın üzerinden atlamış ve bir anda bahçenin içine girivermiş. Göz açıp kapayıncaya kadar delikanlı genç kızın belini kavramış ve atına bindirmiş.
Atına bir kırbaç vurmuş ve at bir sıçrayışla duvarları aşıvermiş. Prensesin hizmetçileri ne olup bittiğini anladıklarında durumu derhal askerlere haber verdiler.
Ama artık çok geçti. Çünkü şimşek hızındaki atı o kadar hızlıydı ki dakikalar içinde dağları, vadileri aşmışlardı. Büyük bir nehire vardıklarında at, bir sıçrayışla nehrin karşısına atlayıvermiş. Kral ve askerleri bu nehrin yanına kadar gelmiş, karşıya geçemeyince çaresiz geri dönmüşler.
Yenilmez devin kalesi göründüğünde kız Bedik’e şöyle demiş:
“Bedik canım, buraya kadar geldik ve sen daha benimle tek bir kelime bile konuşmadın; sevgi belirtisi göstermedin. Allah aşkına söyle bana; Beni kendin için mi kaçırdın yoksa başkası için mi?”
“Allah aşkına dediğin için sana gerçeği söyleyeceğim; Seni Yenilmez Dev için kaçırdım; Seni ona teslim edeceğime söz verdim.”
“Ben senin için geldim. Kurda kuşa yem olacağımı bilsem de yenilmez devle evlenmem. Ne katı bir kalbin varmış,” demiş ve attan atlamış. Tam uçurumdan atlayacakmış ki Bedik’in kalbi bir fırın gibi yanmaya başlamış ve çevik bir hareketle onu tutmuş.
“Hayır, kendine zarar verme. Canım üzerine verdiğim yemin olmasa seni hiç bir güç benden alamaz. Devin karısı olduğun gün hayatıma bu kılıçla son vereceğim, çünkü sensiz hayat benim için lanetlidir,” diye cevap vermiş.
Sonra Yenilmez Dev’i öldüreceklerine sonrada evleneceklerine dair birbirlerine söz vermişler. Bunun üzerine ata binip kaleye doğru ilerlemeye başlamışlar. Kalenin kulesinden onları gören Dev onları karşılamak için hemen aşağı inmiş. Bedik’e minnettarlığını ve kıza olan aşırı sevgisini dile getirmiş.
Dev, kızı incitmemek için ona karşı çok kibar davranmaya çalışmış. Dev kıza:
“Burayı seveceğini umuyorum. Seni mutlu etmek için ne yapmamı istiyorsun?”
Deve karşı duyduğu şiddetli nefreti bastırarak; “Çok iyiyim teşekkür ederim; sen benim her şeyimsin,” demiş kız. “Fakat ailem, ancak yedi yıl daha bekar kalmam şartıyla beni size göndermeye razı oldu. Bunu yapacağıma yemin ettim; yoksa bana besledikleri sevgi zehre dönüşecek ve tüm hayatımı çekilmez kılacak. Bu şartı kabul ediyor musun?”
“Ediyorum,” dedi Dev. “Şu anda benim elimde olduğun için, sadece yedi yıl değil, gerekirse yetmiş yedi yıl beklemeye razıyım.”
Karşılıklı yemin ettiler ve Bedik’in onlarla yaşaması ve düğünlerinde sağdıç olması gerektiğine karar vermişler. Kız, kalenin bir dairesini, genç ve Dev diğer dairelerinde yaşamaya başlamış. Ama Bedik ve kız huzursuzmuş. Devi öldürmeyi düşünmek boşunaymış, çünkü o yenilmezmiş. Eğer kaçarlarsa mutlaka onlara yetişirmiş, o zaman devin gazabından kurtuluş yokmuş.
Bir gün kanepede, devin başı genç kızın kucağında iken kız demiş ki:
“Eski zamanlarda nasıl tek başına, hiç arkadaşın olmadan yaşadın? Ve sana bu kadar ok ve kılıç atılırken nasıl oluyor da ölmüyorsun? Yenilmezliğinin sırrı nedir?”
İlk başta Dev söylemeyi reddetmiş, ama kız ona şöyle demiş: “Bana anlatmak istemiyor musun? Yoksa beni sevmiyor musun? Beni sevmiyorsan bırak evime döneyim,” demiş.
Bunun üzerine Dev sırrını vermeye ikna olmuş ve demiş ki:
“Bu şatodan yedi günlük yolda, ne insanın ne de hayvanın yaklaşmaya cesaret edemediği boyun eğmez beyaz bir boğanın yaşadığı beyaz bir dağ var. Yedi günde bir susar ve beyaz dağın zirvesine gider, burada yedi beyaz mermer çeşme var. Boğanın karnında beyaz bir tilki, onun da karnında sedeften beyaz bir kutu vardır. O kutuda yedi beyaz serçe var. Bunlar benim ruhlarım ve bunlar benim yedi sırrım. Boğa boyun eğdirilemez, tilki yakalanamaz, kutu açılamaz, serçeler tutulamaz. Bunlardan biri alınırsa, diğerleri kaçar. Bu yüzden yenilmez kalıyorum.”
Kız bu sırrı Bedik’e anlatmış ve şunları eklemiş:
“Ben elimden geleni yaptım; şimdi gerisini yapmak sana kalıyor.”
Birkaç gün sonra Bedik kılıcını kuşanmış, oku ve yayı alarak bir aylık bir yolculuğa çıkacağını söyleyerek Dev’e veda etmiş. Yol üstünde küçük bir kulübe de Allah’ın sevgili bir kuluna rast gelmiş. Ona:
“Yenilmez devi nasıl yenerim?” diye sormuş.
Şu cevabı almış:
“Abdestini al, namazını kıl ve Allah’a sığın.”
Abdestini alıp namazını kılmış ve Allah’a Devi yenmesi için dua etmiş. Sonra gidip boğanın su içeceği çeşmelerin orada bir çukur kazıp beklemeye başlamış. Beyaz boğa gelince, Bedik yayını çekip okunu fırlattı ve boğayı o anda öldürüverdi. Sonra da gidip boğanın kafasını kesmiş.
O an Dev’de düğün yemeği için ava gitmiş. Boğa okla vurulduğunda dev uyuklamaya başlamış. Boğanın kesilmesiyle de devin vücudu titremeye başlamış.
“Ne yazık ki!” diye bağırmış dev. “Birisi beyaz boğayı öldürdü. Benim hatam olduğunu biliyorum. Kıza sırrımı verdim, o da bunu Bedik’e anlattı. Boğa öldürüldü ve ben de öleceğim. Gidip intikamımı almalıyım,” kaleye doğru koşmaya başlamış.
Bedik, boğanın karnını kesip açmış; tilkiyi yakalamış ve kafasını kesmiş. Dev aklını yitirmiş ve burun deliklerinden kan fışkırmaya başlamış. Tilkinin karnını açan Bedik, kutuyu almış ve kapağını açmış. Yedi serçeyi yakalamış. Bunun üzerine Dev’in ağzından ve kulaklarından kanlar akmaya başlamış. Ama yine de elinde kılıç ve çılgın bir canavar gibi kükreyerek kaleye doğru koşmaya devam ediyormuş. Kız, devin o halini görünce dehşete kapılmış. Dev kalenin kapısına vardığında Bedik yedi serçeyi öldürüvermiş ve o anda dev yere yığılarak ölmüş.
Bedik geri döndüğünde devi kale kapısında ölmüş olarak bulmuş. Kız kuleden inmiş ve birbirlerine sarılmışlar. Hemen kızın anne babasına gitmeye ve düğünlerini kutlamaya karar vermişler. Yenilmez Dev’in tüm servetini toplamışlar ve evlerine dönmüşler. Orada kırk gün kırk gece düğün yapmışlar. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.